🌍 UZAYDAN DÜNYA 🌌


Değişen Renkler, Desenler ve Şekillerle Dolu Muhteşem Bir Görüntü

📍 Kayalar 🪨
Milyonlarca yıl boyunca etkili olan büyük güçler, kaya gezegenimizin yüzeyini şekillendirdi. Dağlardan derin vadilere kadar gördüğümüz manzaralar, bu güçlerin bıraktığı izlerdir.

Dünyanın kayalık yüzeyi sağlam, stabil ve değişmez gibi görünse de aslında sürekli hareket halindedir. Dünya’nın yüzeyi, futbol sahası panelleri gibi bireysel bölümlerden oluşur. Bu paneller, saçınızın uzaması hızında yüzeyin etrafında sürekli olarak hareket ederler: yılda yaklaşık 40–50 mm. Bu pek fazla gibi görünmeyebilir, ancak jeolojik zaman ölçeklerinde bu, her milyon yılda, 40–50 km anlamına gelir.

Bu levhalar birbirine göre farklı biçimlerde hareket ettiklerinde, gezegenimizin yüzünü şekillendiren farklı araziler ortaya çıkar. Dünya’daki en dikkat çekici arazilerden biri olan dağlar, farklı şekillerde oluşur. Okyanusların altında, levhalar birbirinden uzaklaştığında ve magmanın yüzeyi, yeni deniz tabanı kabuğu oluşturacak şekilde yükseldiğinde geniş dağ sıraları oluşabilir. Kara üzerinde, levhalar birbirine çarptığında, Alpler, Andlar ve Himalayalar gibi büyük dağ sıraları oluşur.
Plakaları birbirine doğru iten büyük tektonik kuvvetler, Dünya’nın kabuğunun kıvrılmasına ve bükülmesine neden olur, kayaları sıkıştırır ve çapraz desenler oluşturur, ki bu uzaydan görülebilir. Dağlar aslında kalıcı yapılar değildir. Kayaları yukarı itmek için harcanan büyük kuvvetler, zaman içinde erozyonun yıkıcı kuvveti ile dengelenir.
Dağlar ilk oluştuklarında, erozyona oranla daha hızlı yükselirler. Himalayalar şu anda bu süreçten geçiyor ve hala yükseliyorlar. Everest hala yılda yaklaşık 4 mm yükseliyor ve 1953'te ilk tırmanıldığı zamandan yaklaşık 2,5 cm daha yüksektir! Erozyon, yamaçlar dik olduğunda daha hızlı çalışır, ve yamaçlar yükselirken en dik formlarını alırlar. Sonunda, plakalar durmaya başladığında ve hareket kabuğun diğer bölgelerine aktarıldığında, erozyon işi devralır ve yavaşça dağları aşındırır. Ancak dağlar, oluştuktan milyarlarca yıl sonra, deniz seviyesine kadar aşındığında ve orijinal yüksek topoğrafileri ortadan kalktığında bile, bu hareketlerin izleri yara izi gibi uzaydan görülebilir.

Jeologlar Dünya’yı uzaydan izleyerek, Dünya’nın kabuğundaki kayalık plakaların nasıl ve ne kadar hızlı hareket ettiğini gözlemleyebilirler. Depremler ve volkanik patlamalar gibi hızlı jeolojik olaylar, uydular tarafından izlenebilen ve ölçülebilen çok yavaş yeraltı hareketlerinin sonucudur. Bu olaylardan önce ve sonra alınan uydu görüntüleri, jeologlara kabuğun hangi bölgesinin ve ne kadar hareket ettiğini gösterir ve gelecekteki deprem olaylarını tahmin etmeye yardımcı olur. Kayaların büyük ölçekli desenlerini anlamak, jeologlara, modern dünyamızı besleyen fosil yakıtlar, yenilenebilir enerji kaynakları ve modern teknolojiler için gereken değerli metalleri arama konularında yardımcı olur.

Kayaların tarihleri radyoaktivite kullanılarak belirlenir. Radyoaktif elementler, sabit bir bozunma hızına sahip yeni ve kararlı elementlere dönüşür. Radyoaktif bozunma genellikle çok yavaş olsa da, jeolojik zaman içinde (milyonlarca yıl) bu yeni kararlı elementler jeologlar tarafından bir kütle spektrometresi ile ölçülecek kadar yoğunlaşırlar ve ne kadar zaman geçtiğini hesaplamak mümkün olur. Kayaları tarihleme bilimi, Yunanca’da Geo “Dünya” ve Chronos “zaman” anlamına gelen jeokronoloji olarak adlandırılır.

📍 Buz 🧊
Buzun varlığı ve hareketi binlerce yıl boyunca gezegenimizin topografisini şekillendirmiştir. Buz, gezegenimizin iklimini etkileyen ve dağları aşındıran önemli bir bileşendir.

Buz, suyun katı halidir ve benzersizdir. Belki de daha önce düşünmemişsinizdir, ancak buzun yüzmesi harika bir olaydır: katı su formu, altındaki sıvıdan daha yoğun değildir. Eğer buz batsaydı, kışın bir göletteki hayvanlara neler olabileceğini bir düşünün!

Dünya’nın daha yüksek enlemlerinde, (dağlar gibi) yağmur donabilir ve kar haline gelebilir. Kar ilk yerleştiğinde, genellikle hafiftir ve kabarcıklar arasında hava bulunan gevşek bir yapıya sahiptir. Daha fazla kar düştükçe, kar taneleri arasındaki boşluklar giderek daha küçük hale gelir ve bir süre sonra atmosferle teması tamamen kesilir. Bu noktada, izole edilmiş hava kabarcıklarını içeren katı buz haline gelirler. Büyük bir buz miktarı oluştuktan sonra, buzul veya buz tabakası haline gelirler ve erime noktasına yakın katı bir hal alırlar. Bu şekilde buzullar, sıvı su gibi aşağı doğru akabilirler — ancak çok yavaş bir şekilde!
Buzullar ilerledikçe, yolu kesen gevşek moloz ve sedimenti iterler. Büyük ve küçük kaya parçacıklarından oluşan bu malzeme, yaralar ve oluklar bırakarak kaya yüzeyini öğüten dev bir zımparaya dönüşür. Daha büyük ölçekte, genç dağ sıralarının bir zamanlar keskin olan vadileri, bu aşınma ile yuvarlanır ve yuvarlandıkça vadiler geniş bir U şeklini alırlar. Buzun diğer bir etkisi ise daha incedir ancak bir o kadar da yıkıcı olabilir. Su donduğunda genişler. Dağlarda suyun küçük çatlaklarda donması, çatlakları genişletir ve kayaları kırarak dağların yanlarında sıkça bulunan sivri köşeli moloz olarak adlandırılan büyük miktarlarda keskin kenarlı yapılar oluşturur.

Gezegenimizdeki buz miktarı sabit kalmamıştır ve son 50 milyon yılda Dünya soğudukça büyük buz tabakaları büyümüştür. Antarktika’da buz ilk olarak yaklaşık 35 milyon yıl önce büyümeye başlamıştır, ardından son 5 milyon yıldada Grönland’da. Son 3 milyon yılda ise iklimimiz değiştiği için buzul tabakaları birkaç kez genişlemiş ve çekilmiştir. Sadece 20.000 yıl önce, Birleşik Krallık’ın, Kuzey Avrupa’nın, Kanada’nın ve Birleşik Devletler’in büyük bir bölümü buz tabakasıyla kaplıydı. O zamandan bu yana iklimimiz ısındıkça buz tabakaları eriyor ve içlerinde hapsolmuş su deniz seviyemizi yükseltiyor. Bitki örtüsü, hayvanlar ve insanlar eskiden buzun bulunduğu bu bölgelere taşınmışlardır.
Bugün küresel ısınmanın etkilerini görüyoruz. Arktik’te neredeyse tüm buzullar çekiliyor ve buzul çekilmesi su kaynakları üzerinde büyük bir etki yaratacak.

Antarktika’daki en büyük buz tabakası, yaklaşık 14 milyon km²’yi kaplar ve ortalama olarak 2.16 km kalınlığındadır. Dünya üzerindeki tüm tatlı suyun yaklaşık %61'ini tutar. Batı Antarktika Buz Tabakası, iklim değişikliğine son derece duyarlıdır ve buzunu sıcak okyanuslarda eritmektedir. Pine Island ve Thwaites buzulları en hızlı eriyenler arasındadır ve bu yüzyılın deniz seviyesi yükselmesinin ana nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir.

📍 Su 🌊
Hayat için vazgeçilmez olan su, gezegenimizi benzersiz kılar. Doğada güçlü bir etken olarak, sürekli olarak Dünya çevresinde hareket ederken manzarada etkileyici desenler oluşturur.

Islak bir gezegende yaşıyoruz. Dünya yüzeyinin çoğu sudan daha alçaktır: Dünya okyanusları, yüzey alanının %70'ini kaplar ve derin okyanus çukurları, en büyük dağların yüksekliğinden bile daha aşağıda bulunur. Su çok özeldir: Dünya üzerinde doğal olarak katı, sıvı ve gaz formunda bulunan tek bileşiktir. Hayat için vazgeçilmezdir ve hayat, 3 milyar yıl önce denizlerde başlamıştır.

Dünya’daki suyun çoğu tuzludur ve Dünya’nın suyunun yalnızca yüzde ikisi, karada yaşamı sürdürmek için vazgeçilmez olan tatlı sudur. Ayrıca, bu tatlı suyu endüstri, gıda üretimi ve rekreasyon için de yoğun bir şekilde kullanırız ve suyu kullanma hızımız nüfus büyümesinden daha hızlı artmaktadır. Bu nedenle, bu değerli kaynağımız için taleplerimizin artması, hayat ve toplum için büyük sonuçlar doğuracak ve bu değerli kaynak için taleplerimizi yönetmek, önümüzdeki on yıllarda karşılaşacağımız en büyük zorluklardan biridir.

Su kaynaklarındaki değişikliklerin doğrudan ve dolaylı etkilerini uzaydan görebiliriz. Örneğin, nehir suyunun tarım için kullanılmasının bir göletteki suyu azaltmasını ve tarlaların yeşermesini görebiliriz. Hava uyduları sürekli olarak bulutları ve yağışları izler ve bu sayede iklim sistemindeki değişiklikleri, gelecekte nerede, ne zaman ve ne kadar yağmur yağacağını tahmin edebiliriz.
Tüm bu değişikliklerin yaşamımızı nasıl etkileyeceği büyük öneme sahip sorulardır ve Dünya gözlem uyduları, bu etkileri izlemek ve daha sürdürülebilir bir gelecek oluşturmak adına çözümler geliştirmek için kritik bir rol oynar. Su aynı zamanda muazzam bir güç olabilir. Sel ve fırtınalar önemli zararlara neden olur ve can kaybının ana nedenidirler. Ancak suyun gücünü de kendi yararımıza kullanabiliriz. Geçmişte akan nehirleri değirmenlerle su tekerleklerini döndürmek için kullanırdık ve şimdi büyük barajlarla suyun gücünü biriktiriyoruz ve bu gücü elektriğe dönüştürüyoruz. Gelecekte, gelgitlerin ve akıntıların hareketindeki enerjiyi daha sürdürülebilir bir üretim şekli için daha fazla kullanacağız.
Su, Dünya çevresinde sürekli olarak hareket ederken hidrolojik döngü olarak bilinen bir süreçle gezegenin etrafında dolaşır. Bu süreçte su okyanuslardan ve topraktan buharlaşır ve bitkiler suyu yaprakları aracılığıyla atmosfere pompalar. Bu su buharı bulutlara yoğuşur ve sonra yağmur olarak geri düşer. Toprağa düşen yağmur, atmosfere geri döner veya okyanuslara akarak, döngüyü tamamlar. Milyonlarca yıl boyunca, suyun gezegen etrafındaki hareketi manzarayı şekillendirmiş ve bugün Dünya yüzeyinde gördüğümüz şaşırtıcı desenlerden bazılarını oluşturmuştur.

Dünya’daki su, 4.5 milyar yıllık, hatta Dünya’nın kendisinden bile daha eski olabilir. Su, oksijen ve hidrojenden oluşur. Bilim insanları, çok eski kayaçlarda ve asteroidlerde deuterium adı verilen (bir ekstra nötron içeren hidrojen) maddenin miktarını ölçerek (erken güneş sistemi içinde deuterium oluşumunu bilgisayar modelleri kullanarak) suyun Dünya oluştuğundan beri burada olduğunu hatta belki de daha eski kökenlere sahip olduğunu belirtmişlerdir.

📍 Bitkiler 🌿
Bitkiler, Dünya’nın atmosferini değiştirdi. Eski bitkiler fosil yakıtlar haline geldi. Oksijen, gıda ve birçok malzeme için bitkilere bağlıyız. Bitkiler karada ekosistemleri domine eder ve manzarada desenler oluştururlar.

Bitkiler insanlar için hayati öneme sahiptir. Gıdamız çoğunlukla bitkilerdir veya bitkileri yiyen hayvanlardır. Nefes aldığımız oksijen bitkilerden veya onların akrabalarından gelir. Bitki materyalinden giyimler giyeriz, ağaçlardan evlerde yaşarız ve ölmüş bitkileri yakıt olarak kullanırız.

Uzaydan gözlemlediğimiz bitki örtüsündeki renkler ve desenler bilgi içerir. Bu renkler ve desenler, belirli bitki türlerinin bulunduğu alanları ve büyüme koşullarını yansıtır. Örneğin, koyu yeşil ormanlar, bol miktarda yağış alan ve genellikle daha serin iklimlerde bulunurken, açık yeşil veya sarı alanlar, daha az yağışlı ve sıcak iklimlerde bulunabilir. Uzaydan, tarım alanlarını, ormanları, çölleri ve diğer bitki örtüsünü izlemek için kullanılan çeşitli uydu gözlem araçları bulunmaktadır. Bu araçlar bitki sağlığını, büyüme oranlarını, su stresini ve diğer faktörleri izleyebilirler. Bu bilgi, tarım verimliliğini artırmak, ormancılık uygulamalarını yönetmek, doğal afetlerin etkilerini tahmin etmek ve çevresel değişiklikleri izlemek için kullanılır. Bitkiler aynı zamanda atmosferimizi de etkilerler. Fotosentez sırasında bitkiler, karbondioksiti alır ve oksijen üretirler, bu da atmosferdeki gazların bileşimini değiştirir.

Ayrıca bitkiler, buharlaşma yoluyla su buharı salarak atmosferdeki su döngüsünü etkilerler. Bitki örtüsü, Dünya üzerindeki iklimi ve hava kalitesini de etkileyebilir. Ormanlar, havayı temizler ve sera gazlarını emer, bu da iklim değişikliği üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Bu nedenle, bitki örtüsünün izlenmesi ve korunması, gezegenimizin sürdürülebilirliği için kritik bir öneme sahiptir.

Dünya’daki bitki örtüsü, her yıl yüzlerce milyar ton karbondioksiti atmosferden alarak fotosentez yoluyla oksijen üretir. Bu, atmosferdeki karbondioksit seviyelerini düşürür ve gezegenimizin iklimini dengelemeye yardımcı olur. Aynı zamanda, bitki örtüsü toprak erozyonunu azaltır, suyu temizler ve biyoçeşitliliği destekler. Bitkilerin bu ekosistem hizmetleri, gezegenimiz için kritik öneme sahiptir.

📍 İnsanlar 👨👨👦👧
Son 40 yılda Dünya’daki insan sayısı ikiye katlanmıştır ve artık gezegenimizin hiçbir bölgesi insan etkisinden uzakta değildir. Biz küresel bir değişim gücüyüz.

Uzaydan kendimizi büyük ayrıntıyla görebiliriz — sadece Büyük Çin Seddi gibi büyük insan yapımı nesneler değil, aynı zamanda binaları ve hatta Shaolin öğrencileri gibi toplulukları da. İnsan evriminden bu yana çevre ile olan ilişkimizde büyük değişiklikler olmuştur. Çevre, insan nüfusun boyutunu şekillendirmiş, insan davranışıda çevreye etki etmiştir.

Buz devirleri ve çevresel koşullar insan sayısını sınırlamış ve nerede yaşadıklarını belirlemiştir. Ancak son 12.000 yıldır Dünya’nın iklimi oldukça istikrarlı olmuş ve insan nüfusu 7 milyara kadar ulaşmıştır. Bu nüfus artışının anahtarı tarımın gelişimi ve Sanayi Devrimi (insanların tarımı ve üretimi mekanize etmeyi öğrendiği, yeni enerji ve ulaşım yöntemleri geliştirdiği dönem) olmuştur. Şu anda nüfusumuz artıyor ve yaşadığımız yer değişiyor. Son 50 yılda nüfusumuz ikiye katlandı ve bugün insanların %55'i kentsel ortamlarda yaşıyor. Bugün biz, iklimi ve Dünya’yı değiştiren bir türüz.

Ancak nüfusumuzun artmasını mümkün kılan teknolojiler aynı zamanda Dünya’yı (uzaydan görebildiğimiz) birçok şekilde etkiliyor. Geniş tarım kuşakları, tek tür bitkinin karmaşık desenlerini gösterir, madenler manzaranın dokusunu değiştirir, barajlar büyük miktarda su tutar ve şehirler kısa süre içinde uzaydan görülebilecek hızda genişler. Ormanlar kesildiğinde büyük arazi alanları rengini değiştirir. İklim değişikliklerini ve etkilerini izlemek de mümkündür. Bu da hava modellerinden deniz seviyesi yükselmesine kadar farklılık gösterebilir.

Uzaydan gelen bilgi, gezegenimizi nasıl algıladığımızı da değiştirdi. 1960'larda Apollo 8 görevi mürettebatı, yakaladıkları çarpıcı görüntülerle Dünya’da yeni bir takdir uyandırdı; halk, Dünya’yı bir uzaylı gibi gördü: güzel ama sınırlı bir gezegen. Uzayda izole edilmiş. Uzaydan gelen bu tür görüntüler, gezegenimize olan bağımlılığımızı ve bilimsel anlayışı etkilediği gibi insan kültürünü de etkiledi.
Her gün iletişim, navigasyon ve hava tahminleri için uzaydan gelen verilere güveniyoruz. Gezegenimiz artık daha sık ve daha kapsamlı bir şekilde gözlemleniyor. Yeni tür sensörler, gezegenimizle nasıl etkileşimde bulunduğumuza dair yeni bakış açıları sunuyor. Uzaydan gelen görüntüler, gezegenimizi olağanüstü bir yaşam çeşitliliği ile paylaştığımızı hatırlatır ve bunu göstermek, yeteneklerimizin parlaklığını ama aynı zamanda yeniliklerimizin maliyetini gösterir. Uzaydan Dünya’ya bakmanın sağladığı dinamik, küresel perspektif, nasıl yaşayacağımız ve geleceğin nasıl olacağına dair daha iyi kararlar almamıza olanak tanır.
İnsanların dünyaya olan etkisi gece uzaydan görülebilir, şehirler ışık saçar ve ulaşım ağları parlar.
Işık kirliliği zararlı bir kaynaktır. Gece ışıkları bazı bölgelerde biyoçeşitliliğin kaybına neden olmuştur. Memeliler, kuşlar, böcekler ve örümcekler de dahil olmak üzere birçok hayvan gece aktif olduğundan, ışık kirliliği onların yol bulma yeteneklerini karıştırır. Karanlığın kaybı, geceleri Samanyolu’nu göremeyen her beş kişiden birini etkiler.

📍 Uydular ve Gözlemevleri 🛰
Uydulardan gelen etkileyici görüntüler, değişen gezegenimiz hakkında büyük miktarda bilgi içerir. Uzay keşfinin ilk günlerinden bu yana, Dünya’ya bakma ve gözlem yapma arzusu, bir misyon önceliği olmuştur. Teknoloji ilerledikçe uydular giderek daha karmaşık hale gelmiştir. Şu anda Dünya etrafında neredeyse 1500 tane faal uydu bulunmaktadır. Bunlardan bazıları görüntüler çeker, bazıları iletişim içindir, bazıları buzun yayılmasını ölçer, bazıları modern hava tahminleri için hayati öneme sahip gözlemler yapar, bazıları hayvanları takip eder ve insan etkisini ölçer.
Uydular atmosferin çok üzerinde olduğundan yerinde kalmak için motorlara ihtiyaç duymazlar. Bir uydunun tek bir yörüngeyi tamamlamak için harcadığı süreye yörünge dönemi denir ve uydu yüzeyden uzaklaştıkça yörünge daha yavaş olur. Kuzey ve Güney Kutupları üzerinde yaklaşık 700 km yükseklikte yörünge yapan uyduların yörünge süresi yaklaşık 100 dakikadır ve sensörleri kullanarak Dünya’nın tüm yüzeyini yaklaşık 14 yörüngede gözlemleyebilirler. Bu, tüm gezegeni yaklaşık bir günde yakalayabilecekleri anlamına gelir.
Bazı uydular, Dünya’nın yüzeyinden 35,786 km yüksekteki bir yörüngeyi işgal ederler. Bu uydular ekvator üzerindeki bir konum üzerinde kalır ve gezegenin tüm yüzeyini haritalandırabilirler. Bu uydular hava tahminleri için hayati araçlardır ve bize verdikleri bilgiler olmadan toplum olarak iş yapmak zor olurdu. İnsanlar normal ışıkta görebildikleri gibi, uydular üzerinde taşınan sensörler ile görünmeyen elektromanyetik spektrumun tümünde ölçümler yapabilirler. Bu tür uydular gezegenin sıcaklığını, atmosferdeki karbondioksit ve sülfür dioksit miktarını ve topraktaki nem oranını ölçebilirler, ayrıca orman yangınlarını ve patlayan volkanları tespit edebilirler. Lazer ve radarla, örneğin Antarktika’daki buz kalınlığını inanılmaz derecede hassas ölçebilirler ve daha da önemlisi bu kalınlığın nasıl değiştiğini yıllar boyunca haritalayabilirler. Sadece 60 yılda uydu çağı, bize gezegenimizi daha önce sadece hayal edebileceğimiz bir şekilde görmemizi sağladı.
Kaynak:
BBC / Open University